[email protected]
Son yıllarda özellikle siyasilerden sıkça duymaya başladığımız bu kavramın sözlükteki tanımı, himaye altında olmak şeklinde belirtilmiş. Bir hukuk terimi aslında. Vesayet kavramı hukukta velayet altında bulunmayan küçüklerin ve bazı erginlerin korunması amacıyla kabul edilen hukuki bir kurum olarak tanımlanıyor. Siyasilerin kullandığı mânada vesayet ise Cumhuriyet tarihimizin belirli dönemlerinde özellikle 1960 ihtilalinden itibaren yaşanan süreçte millet tarafından seçim ile iş başına gelen siyasi iktidarların birtakım güçlerin etkisi ve himayesi altında bırakıldığı, milli iradenin yeterince tecelli etmesinin engellendiği ve bu durumun oluşturduğu sonuç olarak tanımlanmaktadır.
27 Mayıs 1960 ihtilali Cumhuriyet döneminde sivil hükümete karşı yapılan ilk askeri müdahaledir. 1960 ihtilalini tertip eden askerler ülkenin yönetimine el koyma gerekçelerini izah ettikleri ve 27 Mayıs sabahı radyodan yayınladıkları bildiride şu ifadeleri kullanmışlardır: ‘’Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır.’’ Bu bildiriyi sonraki yıllarda bir siyasi partinin genel başkanı olan ve ömrünün sonuna kadar sivil siyaset içinde etkin bir rol oynayan, 27 Mayıs 1960 ihtilalini gerçekleştiren kadro içindeki dönemin albayı Alpaslan Türkeş okumuştur.
Sonraki yıllarda 1962 ve 1963 de Talat Aydemir’in düzenlemeye çalıştığı darbe girişimleri, 12 Mart 1971 de sivil hükümetin istifaya zorlandığı askeri muhtıra, 12 Eylül 1980 ihtilali, post-modern darbe olarak siyasi tarihimize giren ve yine sivil hükümetin istifa etmesi istenen 28 Şubat 1997 süreci, 27 Nisan 2007 de yayınlanan ve dönemin siyasi iktidarı tarafından e muhtıra olarak tanımlanan bildiri ve 15 Temmuz 2016 da silahlı kuvvetlerin içinde yıllar boyunca yapılanan dini referanslı bir tarikat grubunun düzenlediği darbe girişimi, Türk siyasi tarihinin önemli dönüm noktaları olmuştur.
Görüldüğü üzere 1960 yılından itibaren ortalama her on senede sivil siyasetin izlediği politikaların ülkeye zarar verdiği gerekçesi ortaya atılarak ya mevcut iktidarın tamamen görevden uzaklaştırılması ve 1960 ile 1980 ihtilallerinde olduğu gibi dönemin siyasilerinin yargılanması ya da hükümetin istifaya zorlanması şeklinde darbeler yapılmış veya darbe girişimlerinde bulunulmuştur. Darbeyi planlayan yapıların hepsinde yola çıkış felsefesi, mevcut hükümetin görevinin sonlandırılarak olması gerektiğine inandıkları biçimde bir ülke yönetiminin benimsenmesi için ellerindeki silahlı gücü kullanma yetkisini kendilerinde görmeleridir. 1960 ve 1980 ihtilalleri bu anlamda, ihtilali yapanların hedeflerine tam olarak ulaştıkları darbelerdir. Zira ilkinde bir buçuk sene sonra ikincisinde ise üç sene sonra tekrar siyasi parti seçimleri yapılarak sivil düzene geçilmiştir. Ancak her iki darbede de siyasiler yargılanmış, 1960 ihtilali sonrası üç siyasetçi idam edilmiş, birçok siyasetçi hapis cezaları almıştır. 1980 ihtilali sonrasında ise siyasilere değişik hapis cezaları verilmiştir. 1960 ihtilali sonrası yaşanan tecrübe ile siyasilere verilen hapis cezaları 1980 ihtilali sonrasında daha hafif düzeyde kalmıştır. Ancak 1980 öncesi döneminin siyasi aktörlerine beş yıl ve on yıl süreli siyasi yasak kararları verilmiş fakat 1987 yılında yapılan referandum ile bu yasaklar kaldırılmıştır.
Yaşanan darbe tecrübelerinden sonra milli iradenin üzerinde bir yetki taşıdıkları düşüncesinde olmaları ve hükümetlerin izlediği politikalar sebebiyle ülkenin gidişatının bozulduğuna olan inançları nedeniyle sivil siyasete müdahale etme ihtimali bulunan askeri yapının, sivil siyaset üzerindeki bu etkisini azaltmaya yönelik olarak siyaset kurumunun süreç içinde bir takım girişimleri ve çalışmaları olmuştur.
Tüm hukuk çevrelerinde, 1980 ihtilalinden sonra halkoyuna sunularak % 91 gibi yüksek bir çoğunlukla kabul edilen 1982 Anayasasının özgürlükleri kısıtlayan bir anayasa olduğu, oysa yine bir darbe sonrası yani 1960 darbesi sonrası hayata geçirilen 1961 Anayasasının daha özgürlükçü bir anayasa olduğu görüşü hâkimdir. O nedenle 1982 Anayasasının değiştirilmesi için ortaya konulan söylemler kırk yıldır gündemdeki yerini korumuştur. 1982 Anayasasının birçok maddesi gerek siyasi partilerce mecliste sağlanan görüş birliği ile gerekse referandumlar ile değiştirilmiştir. Fakat buna rağmen 2023 yılında bile iktidar ve muhalefette yer alan tüm siyasi partiler yeni ve sivil bir anayasa yapılması gerektiğini söylemeye devam etmektedirler. Bu noktada iki hususa dikkat çekmek istiyorum. Birincisi bir darbe anayasası olması ve darbeyi düzenleyenler tarafından yürürlüğe konulmasına rağmen 1961 Anayasasının tüm siyasi çevreler ve hukukçular tarafından özgürlükçü ve demokratik bir anayasa olduğu konusunda neredeyse fikir birliği vardır. İkincisi ise yine bir darbe sonrasında 1982 yılında % 91 gibi siyasi tarihte eşine az rastlanacak ezici bir oranda halk desteği alarak yürürlüğe giren 1982 Anayasasının özgürlükçü ve demokratik olmayan bir anayasa olarak görülmesidir. Oysa 1961 Anayasası, yapılan referandumda % 60 oy alarak, 1982 Anayasası ise % 91 oy alarak yürürlüğe girmiştir. Aslında burada bir paradokstan söz edilebilir. Sivil siyaset, uzun yıllardır bir askeri vesayet tehdidinin olduğunu ifade etmesine ve milli iradenin önemine vurgu yapmasına rağmen halkın % 91 inden evet oyu alarak yürürlüğe giren 1982 Anayasasını anti demokratik, halkın % 60 ından evet oyu alarak yürürlüğe giren 1961 Anayasasını ise daha demokratik ve özgürlükçü bulabilmektedir.
Vesayet kavramına yapılan eleştirileri değerlendirirken sivil siyaset kurumunun farklı dünya görüşlerinde yer alan temsilcilerinin, vesayet kavramını hangi açılardan ele aldıklarını iyi incelemek gerekir. Burada kavramsal ve ilkesel olarak çoğulcu demokratik yapıya ve özgürlüklere dayanan bir sistemin tesisi ve sürdürülmesi temel amaç, sistem üzerinde hiçbir şekilde vesayet oluşturulmasına izin verilmemesi temel düşünce olmalıdır. Bu anlamda uzun yıllardır sivil siyaset kurumunun yukarıda saydığım darbeler ve darbe girişimleri nedeniyle askeri vesayetten söz etmesini ve buna karşı durmasını anlayışla karşılamak yaşanan tecrübelerden dolayı doğaldır. Fakat sivil siyaset kurumunun da gerek iktidarda olduğu dönemlerde gerekse parti içi siyasette hiçbir şekilde vesayet oluşturmaması, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiye olan bağlılığını iktidar olma duygusunun verdiği etkiye kapılarak kaybetmemesi de esas olmalıdır. Aksi halde askeri vesayet yerini sivil vesayete bırakacaktır.
Siyasal iktidarların iş başına geldikten sonra kendilerinin iş başına gelmelerini sağlayan anayasal ve yasal sistemi eleştirip aynı sistem ile bir sonraki seçimlerde iktidarı kaybedebilme olasılığını ortadan kaldırmak için gerek anayasa gerekse bir takım yasa değişiklikleri yapması da aslında sivil vesayete verilebilecek örneklerdir. Burada iktidar hırsına kapılan sivil siyaset, iktidarını sürdürebilmek için seçilmesini sağlayan sistemi elindeki çoğunluğu kullanmak suretiyle kendi lehine değiştirerek avantaj sağlamakta ve böylece rakip siyasilerin seçilme şanslarını azaltmaktadır. İktidarda kalma süresi arttıkça iktidara olan bağımlılığı da bu ölçüde yükselmekte ve daha fazla yasal değişikliğe ihtiyaç duymaktadır. Bu durum zaman geçtikçe çoğulcu demokrasiden uzaklaşılmasına yol açmaktadır. Eleştirel görüşlere kulak asmamak ve özgürlüklerin azaldığı, dayatmacı kararların alınmaya başlandığı bir sürece girmek bu durumun doğal sonucudur. İktidar gücünü elde tutmayı millete ve memlekete yararlı işler yapmanın önünde görmeye başlayan siyasal iktidar böyle bir tabloda bir takım anti demokratik yapı ve oluşumlar, dini cemaat ve tarikatlar ile iş birlikleri yapabilmekte ya da temel dünya görüşüne veya ideolojisine uzak başka siyasi yapılarla birlikte hareket etmek mecburiyetinde kalabilmektedir. Hal böyle olunca iktidarda kalma süresini uzatabilmek için verilen bu tavizler vesayet ölçütünün artmasına ve kalıcı hale gelmesine neden olmaktadır.
Askeri ya da sivil tüm baskı, himaye ve vesayet politikaları yanlıştır. Özgürlüklere saygı gösteren ve çoğulcu demokrasi ruhunu özümsemiş, siyasal kültürünü bu temel değerler üzerine inşa etmiş olan ülkeler gelişmelerinin ve kalkınmalarının önündeki vesayet engelini bu sayede kaldırmıştır. Türkiye’de askeri darbeler dönemi kapanmıştır. Tekrar olabilir mi şeklinde düşüncesi bile yanlıştır. Ancak sivil vesayet de en az askeri vesayet kadar zararlıdır. Ülkemizde siyasi düşüncesi, ideolojik görüşü farklı, değişik etnik kökenlere mensup ya da değişik inançlara sahip insanların bir arada ve huzur içinde yaşayabilmelerinin teminatı karşılıklı saygı ve çoğulcu demokrasiye olan mutlak inanç olmalıdır.
Bu vesile ile 14 Mayıs 2023 günü yapılacak genel seçimlerin Türkiye’miz için hayırlı olmasını dilerim. ‘’Yaşasın Demokrasi, Yaşasın Cumhuriyet’’